31 Aralık 2008 Çarşamba

TÜRK LEHÇELERİNDE YENİ YIL KUTLAMASI

1.Altay Türkçesi: Slerdi cangı cılla utkup turum!
2. Azerbaycan Türkçesi: Yeni iliniz mübarek olsun!
3. Başkırt Türkçesi: Hizzi yangı yıl menen kotlayım!
4. Çuvaş Türkçesi: Sene sul yaçepe salamlatap!
5. Füyu Kırgızcası: Naa cılıngar guttug bolsun!
6. Gagauz Türkçesi: Yeni yılınızı kutlerim!
7. Hakas Türkçesi: Naa çılnang alğıstapçam sirerni!
8. Karaçay-Malkar: Türkçesi Cangı cılığıznı alğışlayma!
9. Karakalpak Türkçesi: Canga cılıngız kuttı bolsın!
10. Karay/Karaim Türkçesi: Sizni yanhı yıl bıla kutleymın!
11. Kazak Türkçesi: Janga jılıngız kuttı bolsın! veya Janga jılıngız ben!
12. Kırım Türkçesi: Yangı ılıngız kaırlı (veya mubarek) olsun!
13. Kırgız Türkçesi: Cangı cılıngız kuttu bolsun!
14. Kumuk Türkçesi: Yangı yılıgız kutlu bolsun!
15. Nogay Türkçesi: Yanga yılıngız men!
16. Özbek Türkçesi: Yengi yılıngız mübarek bolsun!
17. Sarı Uygurca Türkçesi: Ak éy yahşi mo!
18. Şor Türkçesi: Naa çıl çakşı polzun!
19. Tatar Türkçesi: Sezne yanga yıl belen tebrik item!
20. Tuva Türkçesi: Caa çıl-bile bayır çedirip or men!
21. Türkiye Türkçesi: Yeni yılınız kutlu olsun!
22. Türkmen Türkçesi: Teze yılınızı gutlayaarın! (Irak Türkmenleri) Yengi iliyiz (iliwiz) mubarak olsun!
23. Uygur Türkçesi0 Yengi yılıngızğa mübarek bolsun!
24. Yakut Türkçesi: Ehigini şanga sılınan eğerdeliibin!

*alıntı..

29 Aralık 2008 Pazartesi

MAG - Mahalle Afet Gönüllüleri

http://www.mag.org.tr/tur/mag.asp

Ben de 19 MAYIS MAHALLESİ-Afet Gönüllüsüyüm..


Siz de MAG'a katılın...


İlk 72 Saat!

Afet sonrasındaki ilk 72 saat, hayat kurtarma açısından en kritik saatlerdir.


Afet sonrasında hayatta kalanların büyük çoğunluğu, ilk 24 saat içinde çevreden yetişen, genellikle eğitimi ve ekipmanı olmayan yakınları ve komşuları tarafından kurtarılan kişilerdir.


Projenin Amaçları
Eğitim, ekipman ve organizasyon sağlayarak, mahalle bazında, özellikle afet sonrasındaki kritik saatlerde müdahale imkan ve kabiliyetini güçlendirmek




Profesyonel ekiplerle olan işbirliği ve koordinasyonu güçlendirmek


Afet riskleri ve bu risklere karşı alınabilecek önlemler konusunda yerel halkı bilgilendirerek, afetlere duyarlılığı ve bilinç düzeyini artırmak..

Osmanlı İmparatorluğu Paraları - Ottoman Empire Coins

Osmanlı İmparatorluğu Paraları - Ottoman Empire Coins

27 Aralık 2008 Cumartesi

HİÇ BİR ZAMAN VAZGEÇMEYİN

Önce metni okuyun, ardından videoyu seyredin..

Oğlu babasına sorar :
« Babacığım benimle maraton koşmaya var mısın ? »

Kalp sorunları olmasına karşın baba, yine de:
« Evet, varım » diye yanıtlar.

Ve bir maratonu birlikte tamamladılar.
Baba oğul başka bir çok maratonu daha birlikte koştular.

Baba her seferinde oğlunun yeni bir yarış talebini kabul ediyordu.

Oğlu bir gün babasına :
« Baba, birlikte bir Ironman'a (Triathlon) koşmaya var mısın benimle ? » deyince

Baba bu kez de evet der ve kabul eder.

(Bilmeyenlere anımsatalım ki Ironman dünyanın en zor triathlon yarışıdır ve üç dayanıklılık sınavından oluşur : Denizde 3, 86 km'lik yüzme, 180,2 km'lik bisiklet ve nihayet 42,195 km'lik bildiğimiz maraton.)

Baba oğul bu zor yarışı biirlikte tamamladılar.

Nasıl mı ?

Linke tıklayınız :

http://www.godtube.com/view_video.php?viewkey=8cf08faca5dd9e...

sen en iyisi ol..

Dağ tepesinde bir çam olamazsan,
Vadide bir çalı ol..

Fakat, oradaki en iyi çalı sen olmalısın..


Çalı olamazsan, bir ot parçası ol..
Bir yola neşe ver..
Bir misk çiçeği olamazsan, bir saz ol...

Fakat gölün içindeki en canlı saz sen olmalısın..


Hepimiz kaptan olamayız, bazılarımız tayfalığa mecburuz..
Dünyada hepimiz için bir şeyler var..
Yapmanız gereken iş, size en yakın olan iştir..

Cadde olamazsan patika ol..
Güneş olamazsan yıldız ol..

Kazanmak, ya da kaybetmek ölçü ile değildir.
Sen, her neysen onun en iyisi olmalısın..

*alıntı..

ASLA VAZGEÇME....(Hayat Sınavı)

Ewan 22 yaşına o sene basmıştı, kendinden emin çok zeki ve çok çekici bir genç adam
olmanın as aletini taşıyordu. 10 gün sonra Kore'deki bir savaşa katılmak üzere
İngiltere'den ayrılacaktı, hiçbir şeyden korkmuyordu ama duygusallığı nedeniyle,
ülkesinden ayrılma fikri zor geliyordu ona.
Ağır adımlarla büyük kütüphaneden içeriye girdi, bir kitap alıp oturdu ve okumaya koyuldu.
Gerçekten de çok güzel temalara değinmiş etkileyici bir kitaptı elindeki, ama daha da güzel olanı kitabı daha önce başkasının da okumuş ve bazı yerlere notlar almış olmasıydı.
Okuyanın notlar aldığı bölümler Ewan'i da derinden etkiliyor, notları okudukça sarsılıyordu.
Kim olabilirdi bu?
Hemen kütüphane memuresine gitti ve daha önce kitabı okuyan kişinin kim olduğunu öğrendi.
Holly adında bir kadındı,adresini aldı ve eve varır varmaz bir mektup yazdı:
'Büyük Kütüphanede bir kitap okudum.


Eklediğiniz notlar karşısında hayranlık duyduğumu belirtmeliyim.
10 gün sonra Kore'ye gidiyorum, sizi tanımak ve sizinle mektuplaşmak istiyorum.
Cevabınızı sabırsızlıkla bekliyorum.'

Holly'den olumlu cevap geldi ve mektuplar ardı arkasına yazılmaya başlandı.
Her yeni mektupta birbirlerinden biraz daha etkileniyor, yüreklerini birbirlerine biraz daha açıyorlardı. 2 sene bu şekilde geçip gitti.
Ewan ve Holly birbirlerine belki binlerce mektup yazmış , her mektuptan ayrı tatlar almışlardı.
Ewan'ın ülkeye geri dönme zamanı gelmişti, son mektubunda Holly'i görmek istediğini yazdı.
'Ancak seni tanıyabilmem için bana bir resmini gönder lütfen' diye ekledi.
Holly buluşmayı kabul etti fakat resmi göndermedi.
'Resmin ne önemi var ki? Bizi ilgilendiren kalplerimiz değil mi?
Yakama kırmızı bir çiçek takacağım. ' dedi.
Günler birbirini kovaladı ve Ewan ülkeye döndü.
Trenden indiği ilk anda gözleri Holly'i aradı.
Bir müddet bakındı, sonra kalabalığın arasından şimdiye dek gördüğ ü en güzel kadın
belirdi. Uzun boylu, çok güzel, uzun sarı saçlı, masmavi iri gözleri ve mavi elbisesiyle muhteşem bir kadındı.

Kadına doğru bir adım attı, ama yakasında hiç bir şey yoktu.
Kadın gözlerine baktı ve 'Merhaba denizci, benimle gelmek ister misin?' diye sordu.
Tam o sırada güzel kadının omzunun üzerinden, yakasında kırmızı çiçek olan kadını gördü.
Kısa boylu, şişman sayılacak kiloda, gri kısa saçlı, tozlu uzun pardösüsü ve kalın
bilekleriyle öylece duruyordu.
Ewan şaşkındı, az önce hayatında gördüğü en güzel kadından bir teklif almıştı ancak
karşısında da yüreğine aşık olduğu kadın duruyordu.
Kendini toparladı ve yanından geçen dün yalar güzeli kadına aldırmadan ilerledi.
Elinde Holly'le birbirlerini tanımalarını sağlayan kitap vardı.
Elini uzattı, 'Merhaba Holly' dedi gözlerinin içi gülerek.
'Pardon' dedi kadın. 'Ben Holly de ğilim.
Az önce buradan geçen sarı saçlı mavi elbiseli bayan yakama bu çiçeği taktı ve
bunun hayatının sınavı olduğunu söyledi.
Sizi garın çıkışındaki cafe'de bekliyormuş ...'

HAYATA DEGER BİR YAŞAM,''SEVMEYE DEGER BİR AŞK'',

DOSTLUGA DEGER BİR ARKADAŞLIKTAN ASLA VAZGEÇME..!!

*alıntı..

Bin Aynalı Tapınak -küçük bir öykü

"Hindistan'da yüksek bir dağın doruğuna yapılmış "BİN AYNALI TAPINAK" adlı görkemli bir tapınak vardı.
Günlerden bir gün bir köpek dağa tırmandı, tapınağın merdivenlerinden çıkarak "BİN AYNALI TAPINAK"a girdi.
Tapınağın bin aynalı salonuna geçtiğinde bin tane köpek gördü.
Korkarak tüylerini kabarttı; kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırdı;
korkutucu hırıltılar çıkararak dişlerini gösterdi.
Ve bin köpek de tüylerini diktiler;
kuyruklarını bacaklarının arasına alıp korkunç sesler çıkartıp dişlerini gösterdiler.
Köpek paniğe kapılarak tapınaktan kaçtı.
Ve o andan itibaren bütün dünyanın tehlikeli, korkunç köpeklerle dolu olduğuna inandı.

Bir süre sonra bir başka köpek gelip dağa tırmandı.
O da tapınağın merdivenlerinden çıkıp "BİN AYNALI TAPINAK"a girdi.
Tapınağın bin aynalı salonuna geldiğinde bin tane köpekle karşılaştı ve çok sevindi:

Kuyruğunu salladı; neşeyle oradan oraya zıpladı ve köpekleri oynamaya çağırdı.
Bu köpek tapınaktan çıktığında dünyanın dost ve sevecen köpeklerle dolu olduğuna inanıyordu."

En iyi şeyler küçük çıkınlarda taşınırmış(¯`v´¯)

=}Küçük bir beden çoğu kez büyük bir ruha yataklık edermiş.
=}Ufak balıklar lezzetli olurmuş.

=}Ateşe küçük odunlar atılırsa alevler artarmış, büyük odunlar ateşi söndürebilirmiş.
=}Her küçük şey mutlaka işe yararmış, bir çok küçük bir büyük edermiş.

=}Sağanak dediğimiz küçük damlacıklardan ibaretmiş.

=}Ufacık bir yağmur kocaman bir toz bulutunu yok edebilirmiş.
=}Muazzam bir aydınlık küçük bir delikten görülebilirmiş.
=}Saman çöpü rüzgarın yönünü gösterirmiş.
=}Bütün hasat bir kıvılcım yüzünden elden gidebilirmiş.
=}Büyük bir geminin batması için küçük bir delik yeterli imiş.

=}Çok veren malından, az veren canından verirmiş.
=}Yükte hafif olmak pahada ağır olmaya engel değilmiş.
=}Deve büyükmüş ama ot yermiş, şahin küçükmüş ama et yermiş.

=}İnsan küçük bir adama iyiliği dokunduğu zaman cömertliği öğrenebilirmiş,
büyük adama iyilik ederse öğreneceği şey ızdırap olurmuş.
=}Büyük adamın büyüklüğü devam ediyorsa bunun sebebi onun küçük adamlara gösterdiği ihtimam imiş.

=}Büyük makineleri küçük çarklar çalıştırırmış.
=}Küçük başlangıçlar olmadan büyük sonuçların sağlandığı vaki değilmiş.........

*alıntı

MÜŞTERİLERİNİZİN BEKLENTİSİNİ NASIL ANLARSINIZ;

Bir satış sırasında dinlemeyi başarmak çok önemlidir. Müşterinin ihtiyaçlarını belirlemeye yönelik soruların yanıtlarını dinlemek hayati önem taşır. Özetlemek gerekirse;

Dinlemeyi isteyin: Bunun satış süreci açısından ne kadar önemli olduğunu anlarsanız, yapmanız da kolaylaşır.

İyi bir dinleyici gibi görünün: Eğer dikkatinizi verdiğinizi görürlerse, müşteriler daha fazla açılacaklardır.

Anlayın: Sadece kelimeleri değil, ardında yatan anlamları da kavramaya, dinlemeye çalışın.

Tepki verin: Sizin dinlediğinizi, anladığınızı ve ilgilendiğinizi görsünler. Baş sallamalar, küçük yorumlar ve benzeri jestler müşterilerinizi cesaretlendirecektir.

Söz kesmeyin: Ufak tefek yorumlar dışında, konuşmayı sürdürerek dinlemeniz mümkün değildir.

Empatiyi kullanın: Kendinizi karşınızdakinin yerine koyun ve onların bakış açısını beğendiğinizi gösterin.

Kontrol edin: gerektiğinde, sohbet ilerledikçe meseleyi açacak sorular sormaktan kaçınmayın. Kısmen de olsa tahminler üzerine şekillenen bir anlayış tehlikelidir. Fakat sorularınızı diplomatik bir biçimde yöneltin. Kesinlikle 'Bunu pek iyi açıklamadınız' gibi bir şey söylemeyin.

Duygularınızı göstermeyin: Sonrasını fazlasıyla düşünmek ('Bu itirazla nasıl başa çıkacağım?' gibi) dinlemenizi kesintiye uğratabilir.

Yoğunlaşın: Hiçbir şeyin, dinlemenizi kesintiye uğratmasına izin vermeyin.

Müşterinize bakın: Yeterince dikkat etmemek kadar ilgisizlik olarak nitelendirilen başka bir şey yoktur!

Kilit noktaları not alın: Sohbeti yönlendirmek için size söylenenleri not alın. Hafızanıza güvenmeyin. Böyle yapmanız kabalık olarak görülmeyecekse, notlar alın.

Kişiselleştirmekten kaçının: 'Önemli olan bilgiler ve fikirlerdir. Kişi hakkındaki düşünceleriniz, dinlemenizi kesintiye uğratabilir.

Kendinizi kaybetmeyin: Sohbetin ileri aşamalarını önceden bir parça düşünmek yararlı olabilir. (Siz onların konuşmasından daha hızlı dinlersiniz, bu yüzden mümkündür), ancak aşırıya kaçarsanız söylenenlerden bazılarını da kaçırırsınız.

Olumsuzluktan kaçının: Uzlaşmazlığa dair bazı işaretler vererek sohbete başlamak en azından, müşterinin susmasına neden olur.

Bunların hepsi sizin daha fazla dinlemenizi ve daha az şey kaçırmanızı sağlayacak. Yani, ikisi de fark yaratacak unsurlar!


Kaynak: Satışları Arttırmanın 101 Yolu- Patrick Forsyth
Alfa Yayınları

Türk olmanın 45 Kuralı....

1. Kağıt mendili kumaş mendil gibi günlerce buruşuk şekilde cebinde taşır.
2. Rüzgarlı havalarda küller uçmasın diye küllüğe su koyar.
3. Serçe parmağını kulağına sokup iyice sallayarak karıştırır.
4. Ancak bir Türk gazete bulmacasını hep başkalarına sora sora çözebilme becerisini gösterip kendisi çözdü diye sevindirik olabilir.
5. Sakal traşı olduktan sonra kanayan yerlerine küçük kağıtlar yapıştırır.
6. Soba borusu akıttığında yoğurt kaplarını telle soba borusuna bağlar.
7. Nezle olunca tuvalet kağıdını uzun bir şerit yaparak kullanır.
8. Diş fırcasıyla dişini firçalamayıp da saçını boyamak için kullanan birini görürseniz, o saçını seven bakımlı bir Türk'tür.
9. Konuşma yeteneği olan hayvanlara ilk olarak küfür etmesini öğretir.
10. Çorabının kirlenip kirlenmediğini burnuna götürüp kısa süreli koklayarak anlayan kişi temizliğine düşkün bir Türk'tür.
11. Daha birinci telefon zili çaldığında telefonun başına dikilir ama açmak için ikinci kez çalmasını bekler.
12. Bir dükkana girip onun bunun fiyatını sorduktan sonra 'Abi araba beş dakka dursun, ben hemen geleceğim' deyip 2 saat sonra gelir.
13. Cebinden çıkardığı paraların içinde en eskisini özenle arayıp bulduktan sonra para üstü verir.
14. Trafikte ambulansın peşine takılıp kalabalıktan kurtulup uyanıklık yaptığını zanneder.
15. Kağıt paraların üzerine not alır ve parayı harcadığı için notu kaybeder veya elden ele dolaşacağını bildiğinden komik yazılar yazar. (Paranın ön yüzüne 'Tehlike anda arkayı çeviriniz!' yazıp anında çevirince de 'Şimdi değil salak tehlike anında!' yazanlardan bahsediyoruz)
16. Çocuğu yanlışlıkla elini kestiği veya düştüğü için ağladığında elini kesti veya düştü diye çocuğunu döver.
17. Taksi tuttuğunda taksicinin yanına oturur. Eğer üç dort kişi taksi tutuyorsa taksi parasını verecek kişi ön koltuğa oturur.
18. Kürdanla dişini karıştırıp önce çıkarıp bakar sonra tekrar ağzına koyar.
19. Teyp fişi veya televiyon fişi kablosunun bakır teli dışarı çıkmışsa çocukları elektrik çarpmasın diye bakır teli selobantla yapıştırır.
20. Ailece televizyon izlenen bir evde kumanda babanın elindeyse o ne izlerse diğerleri de onu izlemek zorunda kalır.
21. Çantasının içinde yeni tanıştığı birisine bile çekinmeden göstermek üzere en güzel fotoğraflarını ve aile albümünü taşıyan birisini görürseniz hemen boynuna sarılmayın yoksa çantayı kafanıza yiyebilirsiniz çünkü o kişi bir Türk kızıdır.
22. Bir Türk esnafı , müşterisinden aldığı parayı önce iki ucundan tutup iki defa gerginleştirir, daha sonra da güneşe doğru tutup bakarak sahte olup olmadığını anlamaya çalışır.
23. Evin bir odasının ampulü patladığı zaman yenisini almayıp daha fazla kullanmadığı bir odanın ampulünü onun yerine takar.
24. Evinde bulunan saksıların dibini kül tablası olarak kullanır.
25. Dişlerini gazoz açacağı, fındık ve ceviz kıracağı olarak kullanır.
26. İşinde iyi olan birisine hakaretle iltifat eden bir Türk'ten başkası olamaz. ('Şerefsizin oğlu ne iş yapmış be kardeşim helal olsun' gibi..)
27. Aracın sinyal lambaları dururken kolunu çıkararak 'Dönüyorum' hareketi yapar.
28. Yemeğin etini en sona bırakır.
29. Trafik ışıkları kırmızıdan yeşile döndüğünde önündeki herkesi salak sanarak kornaya basar.
30. Dingildeyen bir masanın ayağına kağıt sıkıştırma fikri bir Türkündür.
31. Dişlerinin arasından 'vııj vııj' diye ses çıkarır.
32. Tv'de film seyrederken filmin oyuncularıyla muhatap olan ('Dur oraya gitme öldürecekler seni') Türk sinema severlerdir.
33. Arabasina horoz, köpek sesli korna taktırma fikrinin patenti bir Türk'e aittir.
34. Gazete kağıdını en iyi şekilde kullanır. (Cam silme bezi, külah, mendil, sofra bezi..)
35. Plastik yoğurt kabını saksı yapar.
36. Arabasının arkasına yazı yazar. ('Rahmetli de sollardı', 'Tek rakibim THY', 'Kıroyum ama para bende')
37. Uçakta bulunan tanıdıklarına uçak havalandıktan sonra görmeyeceğini bildiği halde el sallar.
38. Çiğnediği sakızı daha sonra çiğnemek üzere kafasındaki tülbente yapıştıran bir Türk kadınından başkası değildir.
39. Tek abdestle beş vakit namaz kılmak için iki büklüm kıvranır.
40. Desenlerini çok beğenerek aldığı yeni bir mobilyanin üstüne başka bir örtü örterek kullanır.
41. Geçirdiği bir trafik kazasından sonra kanlar içinde çıkıp çarpılmış arabasına üzülür.
42. Tüp kaçırıyor mu kaçırmıyor mu diye kibrit yakıp kontrol eder.
43. Otoyolda otomobilin gaz pedalına tuğla koyup yorulmadan kullanma fikri bir Türk'ündür.
44. Elektronik hesap makinesini uzaktan kumandasını naylona sarmış, üzerine ambalaj lastiği geçirmiş birini görürseniz Türk'tür o.
45. On yıllık bir otomobilin koltuk ambalaj naylonlarını çıkarmadan kullanma becerisini gösterir.

*alıntı

KUSURSUZ OLMAK-CAN DÜNDAR

KUSURSUZ OLMAK

Çin'de bir adam, her gün boynuna dayadığı kalın sopanın iki
ucuna astığı
testilerle dereden su taşırmış evine.. Bu testilerden
birinin yan kısmında çatlak varmış... Diğeri ise hiç kusursuz ve
çatlaksızmış; ve her seferinde bu kusursuz testi adamın
doldurduğu suyun
tümünü taşır, ulaştırırmış eve..Ama her zaman boynunda
taşıdığı testilerden
çatlak olanı eve yarım; diğeri dolu olarak varırmış iki sene
her gün bu
şekilde geçmiş. Adam her iki testiyi suyla doldururmuş ama evine
vardığında
sadece 1,5 testi su kalırmış...Tabi ki kusursuz, çatlaksız testi
vazifesini
mükemmel yaptığı için çok gururlanıyormuş. Fakat zavallı
çatlak olan kusurlu testi, çok utanıyormuş. Doldurulan suyun sadece
yarısını eve
ulaştırabildiği için de çok üzülüyormuş. İki yılın sonunda
bir gün,
görevini yapamadığını düşünen çatlak testi,ırmak kenarında
adama şöyle
demiş:

'Kendimden utanıyorum. Şu yanımdaki çatlak nedeniyle, sular eve
gidene kadar
akıp gidiyor..' Adam gülümseyerek dönmüş testiye;
'Göremedin mi? Yolun
senin tarafında olan kısmı çiçeklerle dolu..
Fakat kusursuz testinin tarafında hiç yok.Çünkü ben başından
beri senin
kusurunu, çatlaklığını biliyordum..Senin tarafına çiçek
tohumları ektim.. Ve
hergün o yolda ben su taşırken,sen onları suladın.. 2 senedir o
güzel
çiçekleri toplayıp,masamı süslüyorum.. Sen kusursuz olsaydın, o
çatlağın
olmasaydı evime böyle güzellik ve zarafet veremeyecektim' diye
cevap vermiş.

Aslında hepimiz birer çatlak testiyiz Her birimizin kendine has
kusurları
vardır. Fakat sahip olduğumuz bu kus! urlar ve çatlaklardır
hayatlarımızı
ilginç yapan,mükafatlandıran, renklendiren..

Etrafımızdaki her kişiyi,oldukları gibi kabullenin.. Onlardadaki
kusurları
değil, içlerindeki güzellikleri görün...

Can Dündar

MEYVELER VE SEBZELER...

Havuç dilimi insan gözüne benzer. Bilimsel araştırmalar havucun gözlerin kan akışını ve işlevini iyileştirdiğini göstermiştir.



Domateste kalpte olduğu gibi dört odacık vardır ve kırmızı renklidir. Bütün araştırmalar domatesin kalp ve kan için faydalı olduğunu göstermiştir.



Üzüm salkımı kalp şeklindedir, her bir üzüm tanesi kan hücresi gibi görünmektedir ve araştırmalar üzümün ciddi kalp ve kan canlandırıcı bir gıda olduğunu göstermiştir.



Ceviz küçük bir beyin görünümündedir. Ve beyin fonksiyonlar için faydalıdır.



Fasulya böbrek görünümündedir ve böbrek fonksiyonlarını iyileştirir.




Sap kereviz, Çin lahanası ve Rhubarb (bizde yok) kemiklere benzer. Bu gıdalar kemikler için faydalıdır, sodyum oranları eşit ve %23 dür. Gıdanızda yeterli sodyom yok ise vücut kemiklerden çeker ve kemikler zayıflar. Bu gıdalar iskeletinize faydalıdır.


Patlıcan, avokado ve armut kadınların rahim ve serviks sağlığı ve fonksiyonlarını hedefler ve görünümleri bu organlara benzerler. Araştırmalar kadınların haftada bir avokado yemeleri halinde hormonları dengelediğini, istenmeyen doğum sonrası kilolarını azalttığını ve serviks kanserini önlediğini göstermiştir.


İncir tohum doludur ve ağaçta ikili olarak asılarak büyür. İncir sperm sayısını ve hareketliliğini arttırır ayrıca erkek kısırlığını önler.



Tatlı patatesin görünümü pankreasa benzer ve şeker hastalarının glisemik indeksini dengeler.


Zeytin yumurtalıkların sağlığına ve fonksiyonuna yardımcı olur.


Greyfurt, portakal ve diğer narenciye meyveleri kadın göğüsüne benzer ve bunların sağlığına ve lenfin hareketine yardımcı olur.



Soğan vücut hücreleri görünümündedir. Bütün vücut hücrelerinden atık maddelerin temizlenmesine yardım eder. Hatta gözlerin epitelyal katlarının yıkayan gözyaşlarına bile sebep olur.

BİR HAMAL ÖĞRETİSİ-KÜÇÜK BİR ÖYKÜ..

BİR HAMAL ÖĞRETİSİ

Eski zamanlardı. Yolların olmadığı zamanlar... Demek ki fakirdi bizim gibi çoğunluk, bu nedenle taşınacak yüklere talip olacak hamallar bulmak zor olmuyordu...
Yanımdaki hamalla yola çıktık. İhtiyardı. Kendinden büyük bir yük almıştı. Benim sırtımda ise birkaç bavul vardı sadece, onunkinin çeyreği... Diyordum ki içimden 'Çok gitmeden kıvrılırsa titreyen bacakları, yüklenirim sırtındaki yükün yarısını!'
Nitekim çok geçmeden dedi ki:
- Mola vakti. Gel biraz dinlenelim!. ..
- Ne molası, dedim ona hayretle. Ben daha terlemedim!. .'
Sözüme aldırmadı. Durdu. Çöktü. Salarken yükünün ipini
- Sen de dinlen hadi' dedi.
Benim canım sıkılmıştı bu işe. Genç olduğumu, ondan kuvvetli olduğumu, bunun gibi bir bunakla yola çıkmamın ne büyük hata olduğunu düşünüyordum. O ihtiyar, bir bacağını azıcık uzatmış halde sessizce dinleniyorken, ben huzursuz bir şekilde ayakta dolanıyordum.
Bir saat kadar sonra yine durdu, oturdu, dinlendi. Ben kızgınlıkla dolandım etrafında... 'Yükünü indirip sen de dinlen', demesine aldırmadım, ona daha çok kızdım...
Sonra yine durdu. Bana da dinlenmemi' söyledi yine ama dinlenmedim. Yarım saat sonra 'dinlenelim mi' diye sordu, aksi aksi başımı salladım... Kaçıncı molasıydı hatırlamıyorum, birden bire dizlerimin bağı çözüldü. Kafamın içinde uçuşan kara kara sinekler sustu, çöküp kaldım. Kayış kolumdan çıktı, sırtımdaki bavullar kaydı.
Ne kadar zaman geçtiğini fark etmedim. Uyumuştum da uyandım mı, yoksa bayılmıştım da ayıldım mı anlamadım... Baktım kendi kocaman yükünün üzerine benim bavullarımı da bağlamıştı. Küçük tasına birazcık su koyup dudağıma dayadı, içtim. Sonra koluma girerek;
- Hadi kalk, dedi. Bana yaslan.
Ağır ağır gider ve bir süre sonra gene dinleniriz.' Dediğini yaptım. Omzundan güç aldım, ama asıl anlattıkları iyi geldi bana.
- Ben yılların hamalıyım, dedi. Nice pehlivan yapılı adamlar gördüm. Çoğu, dinlenmek istemediklerinden yükleriyle birlikte kendilerini de toprağa serdi sonunda....
Halbuki bir yükü 'taşımak' bizim işimiz, 'altında ezilmek' değil!... Unutma ki bir yük, taşıdıkça ağırlaşır. Dinlenerek sen yükünü hafifletiyorsun!
Belki günün birinde hamallığın şekli değişir.
Belki o günleri ben göremem.
Ama sen kavuşursan o zamanlara, aman ha, Kafanın içinde de sakın yük taşıma... Akşamları bırak ve hafifle...
Sabah dinlenmiş olarak yeniden tekrar taşırsın yükünü.
Bizim işimiz, bugünü yarına taşımak, bugünün altında yok olmak değil.
Çünkü yarınlarda bizi bekleyenler var, taşıdıklarımızı bekleyenler. ..

'Ham' arapça kökenlidir. 'Yük' anlamına gelir.
Hammal - yükü taşıyan. Hamile - yüklü, hamule - gemi/katar yükü.. 'Tahammül' ise bildiğiniz anlamda... Yüke dayanıklılık... .!
Sevgi ile yaklaşın, ümit ile bekleyin kaldıracak yükünüz kalmasın.

*alıntı..

TEMEL FIKRASI..

Ekonomik kriz yüzünden büyük para problemi olan Temel, çocuk kaçırıp fidye istemeye karar vermiş.
Şehrin büyük bir parkında çocuğun birini gözüne kestirmiş Önce bir not yazmış :


"Çocuğunu kaçırdım. Bunu yaptığım için üzgünüm ama kusura bakma çünkü gerçekten paraya ihtiyacım var. Yarin sabah saat 7'de falanca parktaki filanca ağacın altına bir siyah çantada 5 milyar getir "
İmza: "Laz "


Çocuğun yanına gitmiş, notu çocuğun ceketinin iç cebine koyup, doğruca evine gitmesini ve notu babasına göstermesini söylemiş..


Ertesi sabah parka geldiğinde söylediği ağacın altında, söylediği renkteki çantada içinde 5 milyar olan emaneti bulmuş.
Paraların yanında bir de not varmış:


"Paran purada ama bir Laz hemsehrisine nasil peyle bir sey yapar inanamayrum...inanamayrum."

Öğrendim...HİKAYE...

İnsanlara kendimi zorla sevdiremeyeceğimi öğrendim
Yapabileceğin tek şey sevilebilecek biri olmak
Gerisi onlara kalmış
İnsanları ne kadar düşünürsen düşün,
Onların seni o kadar düşünmediklerini öğrendim
Güven elde edebilmek için yılların gerektiğini öğrendim
Ama yok etmek için saniyelerin bile yettiğini öğrendim
Önemli olanın hayatındaki eşyaların değil
Hayattaki kişilerin olduğunu öğrendim
İnsanın ancak 15 dakika çekici olabildiğini
Ondan sonra alışıldığını öğrendim
Kendimi karşılaştırmak için başkalarının en iyi yaptığını değil
Kendi en iyi yaptıklarımı kıstas almam gerektiğini öğrendim
İnsanlar için olayların değil onların daha önemli olduklarını öğrendim
Her ne kadar ince kesersen kes
Kestiğinin her zaman iki yüzü olacağını öğrendim
Sevdiğin kişilere sevgi dolu sözler söylemen gerektiğini
Belki bunun onu son defa görüşün olabileceğini öğrendim
Her ne kadar onu çok düşünsen de
Yine de gidebileceğini öğrendim
Kahramanların, yapılması gerekenleri ne pahasına olursa olsun,
Yapanlar olduğunu öğrendim
İnsanların seni hep hesapsız sevdiğini ama bunu nasıl gösterebileceklerini bilmediklerini öğrendim
Sinirlendiğimde gerçekten buna değse bile asla acımasız olamam gerektiğini öğrendim
Gerçek dostluğun ve gerçek aşkın aramızda uzak mesafeler olsa bile büyüdüğünü öğrendim
Birisinin seni istediğin gibi sevmemesi
Onun seni tüm benliğiyle sevmediği anlamına gelmediğini öğrendim
Bir arkadaşın ne kadar iyi olursa olsun seni üzeceğini
Ve senin yine de onu affetmen gerektiğini öğrendim
Bazen başkaları tarafından affedilmenin yetmediğini öğrendim
Kendinde affetmeyi öğrenmelisin
Kalbin ne kadar kırılmış olursa olsun,
Dünyanın senin acılarından dolayı durmayacağını öğrendim
Geçmişimiz ve durumumuzun olduğumuz kişiliği etkilediğini
Ama olmamız gerekene karşı sorumlu olduğumuzu öğrendim
İki kişinin tartışması birbirini sevmediklerini anlamına gelmediğini öğrendim
Ve tartışmadıkları zamanda sevdikleri anlamına gelmediğini
Bazen kişiliğini eylemlerin önüne koyman gerektiğini öğrendim
İki kişinin tamamen aynı olan şeylere baktıklarında bile
Farklı şeyler görebildiklerini öğrendim
Hayatlarında her zaman dürüst bir şekilde daha ileriye gitmek isteyen kişilerin
Sonuçları önemsemediklerini öğrendim
Seni doğru dürüst tanımayan kişilerin
Hayatını birkaç saat içinde değiştirebileceklerini öğrendim
Verebileceğin bir şey kalmadığında bile arkadaşın ağladığında
Ona yardım edebilecek gücü bulabildiğini öğrendim
Yazmanın konuşmak kadar duygusal gayret gerektirdiğini öğrendim
En fazla önemsediğim kişilerin, benden hep uzaklaştırıldıklarını öğrendim
İnsanları üzmeden duyarlı olarak kendi fikirlerini söylemenin
Çok zor olduğunu öğrendim
Sevmeyi
Ve sevilmeyi öğrendim
Öğrendim...

*alıntı

23 Aralık 2008 Salı

we wish you a merry christmas-song














We wish you a merry Christmas
We wish you a merry Christmas
We wish you a merry Christmas

And a happy New Year.
Glad tidings we bring
To you and your kin;
Glad tidings for Christmas
And a happy New Year!

We want some lucky cookies
We want some lucky cookies
We want some lucky cookies

Please bring it right here!
Glad tidings we bring
To you and your kin;
Glad tidings for Christmas
And a happy New Year!

We won't go until we get some
We won't go until we get some
We won't go until we get some

So bring it out here!
Glad tidings we bring
To you and your kin;
Glad tidings for Christmas
And a happy New Year!


We wish you a Merry Christmas
We wish you a Merry Christmas
We wish you a Merry Christmas

And a happy New Year.
Glad tidings we bring
To you and your kin;
Glad tidings for Christmas
And a happy New Year!

THE TWELVE DAYS OF CHRİSTMAS-SONG

On the first day of Christmas
my true love sent to me:
A Partridge in a Pear Tree

On the second day of Christmas
my true love sent to me:
Two Turtle Doves
and a Partridge in a Pear Tree

On the third day of Christmas
my true love sent to me:
Three French Hens
Two Turtle Doves
and a Partridge in a Pear Tree

On the fourth day of Christmas
my true love sent to me:
Four Calling Birds
Three French Hens
Two Turtle Doves
and a Partridge in a Pear Tree

On the fifth day of Christmas
my true love sent to me:
Five Golden Rings
Four Calling Birds
Three French Hens
Two Turtle Doves
and a Partridge in a Pear Tree

On the sixth day of Christmas
my true love sent to me:
Six Geese a Laying
Five Golden Rings
Four Calling Birds
Three French Hens
Two Turtle Doves
and a Partridge in a Pear Tree

On the seventh day of Christmas
my true love sent to me:
Seven Swans a Swimming
Six Geese a Laying
Five Golden Rings
Four Calling Birds
Three French Hens
Two Turtle Doves
and a Partridge in a Pear Tree

On the eighth day of Christmas
my true love sent to me:
Eight Maids a Milking
Seven Swans a Swimming
Six Geese a Laying
Five Golden Rings
Four Calling Birds
Three French Hens
Two Turtle Doves
and a Partridge in a Pear Tree

On the ninth day of Christmas
my true love sent to me:
Nine Ladies Dancing
Eight Maids a Milking
Seven Swans a Swimming
Six Geese a Laying
Five Golden Rings
Four Calling Birds
Three French Hens
Two Turtle Doves
and a Partridge in a Pear Tree

On the tenth day of Christmas
my true love sent to me:
Ten Lords a Leaping
Nine Ladies Dancing
Eight Maids a Milking
Seven Swans a Swimming
Six Geese a Laying
Five Golden Rings
Four Calling Birds
Three French Hens
Two Turtle Doves
and a Partridge in a Pear Tree

On the eleventh day of Christmas
my true love sent to me:
Eleven Pipers Piping
Ten Lords a Leaping
Nine Ladies Dancing
Eight Maids a Milking
Seven Swans a Swimming
Six Geese a Laying
Five Golden Rings
Four Calling Birds
Three French Hens
Two Turtle Doves
and a Partridge in a Pear Tree

On the twelfth day of Christmas
my true love sent to me:
12 Drummers Drumming
Eleven Pipers Piping
Ten Lords a Leaping
Nine Ladies Dancing
Eight Maids a Milking
Seven Swans a Swimming
Six Geese a Laying
Five Golden Rings
Four Calling Birds
Three French Hens
Two Turtle Doves
and a Partridge in a Pear Tree

22 Aralık 2008 Pazartesi

Bir Japon masalı: Taş ustası

Bir Japon masalı: Taş ustası

Evvel zaman içinde, Mogo adında bir fakir Japon vardı. Mogo kendi halinde bir taşçı idi. Zavallıcık hayatını kazanmak için güneşin doğuşundan batışına kadar, yağmur demez, fırtına demez, güneş demez boyuna taş kırardı.
Doğrusu işi çok güçtü ama yine de Mogo'nun pek o kadar hayatından şikâyetçi olmaması lâzımdı. Çünkü babası, büyükbabası hep taşçıydılar. Daha iyi bir hayat görmeyen Mogo da taşçılığı seve seve yapmalıydı. Mogo, genç ve iri yapılıydı, hastalık nedir bilmezdi, sabahtan akşama kadar çalışması, karnını doyuracak kadar pirinç almasına yetiyordu.
Bu yüzden birçok arkadaşı onu kıskanıyorlardı bile. Çünkü Mogo çalışma zamanında çalışıyor, dinlenme zamanı gelince de babasından kalma evine çekilip, dünyanın bütün kötülüklerine arkasını dönerek rahatına bakıyordu.
Bütün bunlara rağmen Mogo hayatından memnun değildi. Zenginlik ve büyüklük sevdası içini kemiriyor, zaman zaman bir asilzade olarak doğmadığına üzülüyordu. Bütün boş zamanlarında kendi kendine halinden şikâyet eder, kendisini daha iyi bir seviyeye ulaştırması için Tanrı'ya yalvarırdı. Bu hal bir gün değil, beş gün değil, aylarca, yıllarca devam etti. Tanrı, Mogo'nun hangi seviyeye gelirse gelsin, daima daha ötesini isteyecek bir yaratılışta olduğunu biliyordu. Bununla beraber ona ders vermek için bütün isteklerini yerine getirmeye karar verdi.
Yine sıcak bir gündü. Mogo yolun kenarında, kan ter içinde taş kırıyordu. Bir ara yoruldu ve kazmasının sapına dayanarak dinlenmeye başladı. O sırada yolun öbür ucundan bir toz bulutu yükseldi. Aynı zamanda kulağına sürekli gürültüler gelmeye başladı.
Toz bulutu yaklaştığı zaman, Mogo, tozların arasında son derece süslü üniformalar giyinmiş süvariler görmeye başladı. Birçok süvarinin arasında ise her tarafı altın, gümüş ve kıymetli taşlarla işlemeli bir tahtırevan geliyordu. Tahtırevanda bir prens vardı. Mogo artık dayanamadı:
-Ey Tanrım, neden ben de bir prens değilim, diye söylendi.
Bunun üzerine Tanrı:
- Peki, dedi, madem ki prens olmak istiyorsun, o halde ol!
Mogo daha ne olduğunu anlamadan kendisini prens haline gelmiş buldu. Sayısız uşakları, askerleri, atları, arabaları, sarayı ve pırıl pırıl işlemeli bir sürü elbisesi vardı. Ama onun asıl hoşuna giden şey, ahalinin kendisine gösterdiği hürmetti. Sokağa çıktığı zaman herkes karşısında iki büklüm eğiliyor, hele eski arkadaşları onu görünce yerlere kapanıyorlardı. Bunlardan çok hoşlandığı için Mogo her gün sokağa çıkıyordu.
Bu hal uzun müddet Mogo'yu eğlendirdi. Fakat aradan zaman geçince yine düşünmeye başladı. Dünyada kendisinden üstün durumda bulunan birçok prens, birçok kral ve en nihayet de kendi imparatorları Mikado vardı. Düşündü ki, Mikado bile olsa kendisinden üstün başka bir şey daima mevcut olacaktır. Bunun üzerine güneşin, her şeyden üstün olduğu aklına geldi. Şüphesiz ki o, bütün kralların, Mikado'nun, her şeyin üstündeydi. Dünyayı ısıtan, hayat veren tek varlık güneşti. O halde en iyisi güneş olmaktı. Mogo böyle düşününce:
- Ey Tanrım, dedi, beni prens yapacağına güneş yapsan olmaz mıydı?
- Güneş mi olmak istiyorsun, dedi Tanrı, öyleyse ol!
Ve Mogo bir anda güneş oldu.
Doğrusu gökyüzündeki saltanatının keyfine diyecek yoktu. Dünyaya istediği gibi sıcaklık dağıtıyor, ekinleri, meyvaları olgunlaştırıyor, insanları ısıtıyordu. Mogo aylarca güneş olmanın keyfini sürdü, sonra günlerden bir gün, uzaklarda bir siyah nokta gördü. Bu nokta gitgide büyüdü büyüdü ve simsiyah bir leke gibi kendi ışıklarını önlemeye başladı. Bu, buluttu. Mogo ne yaptıysa onu yenemedi. Nihayet bulutlar güneşin her tarafını kapladı ve şiddetli bir fırtına başladı. Bunun üzerine Mogo:
- Ey Tanrım, diye bağırdı, bulut güneşten daha kuvvetli, ben bulut olmak istiyorum.
Tanrı kısaca:
- Ol! dedi.
Ve Mogo bulut oldu.
Güneşten daha kuvvetli olmak demek artık kâinatta her şeyin üstünde olmak demekti. Bunu düşünmek zavallı Mogo'yu büsbütün deli etti. Sevincinden ne yapacağını bilemiyordu. Mogo, güneşi istediği zaman ve istediği yerde kapatabildiği için bunun tadını bol bol çıkarmak istedi. Tarihin hiçbir devrinde Japonya o kadar fırtına, o kadar tayfun ve kasırga görmemişti. Kara ve denizdeki felâketlerin haddi hesabı yoktu. Ama Mogo bütün bunları güneşe karşı kazanılmış bir zafer sayıyor ve gittikçe zulmünü arttırıyordu.
Bu sırada bir gün, Mogo gökyüzünde dolaşıp dururken okyanusun kıyısında âbide gibi dikilmiş muazzam bir kayalık gördü. Granit bir sütun olan kayalığın binlerce seneden beri mevcut olduğu ve tabiatın her türlü olayına göğüs gerip hiçbirinden müteessir olmadığı aşikârdı. Zamanın ve tabiatın bütün tesirlerine karşı koyan bu muazzam kayalık, nihayet Mogo'nun gözüne çarpmıştı. Mogo onun bu haşmetli halini görünce ne yapıp yapıp yerinden sökmeyi ve denize fırlatarak dalgaların arasında yok etmeyi kararlaştırdı.
Çıkan fırtınada sade gök değil, yer de karmakarışık oldu. Kayanın kıyısında bulunduğu denizde dağlar gibi dalgalar yükseliyor, fakat bütün dalgalar granit kayanın eteklerine çarptığı zaman parçalanıp kayboluyordu. Fırtına üç gün üç gece devam etti. Fırtınanın arkasından şiddetli bir kasırga, onun arkasından bir siklon çıktı. Artık evler yıkılıyor, ağaçlar kökünden çıkıyor, nehirler taşıyordu. Ama aradan bir hafta geçip de fırtına dindiği zaman, kayanın yine eski haliyle, okyanusun kıyısında durduğunu gördü.
Mogo hırsından küplere biniyordu. Demek ki bu kaya kendisinden daha kuvvetliydi. Hırsla:
- Tanrım, diye bağırdı, kaya benden daha kuvvetli, ben kaya olmak istiyorum.
- Ol! dedi Tanrı.
Ve Mogo okyanusun kıyısında muazzam bir kaya haline geldi. Artık ona ne güneş, ne bulut, ne fırtına hiçbir şey tesir etmiyordu. Artık kâinattaki bütün varlıkların üstündeydi.
Bir sabah, bir tarafını bir şey sokmuş gibi bir acıyla uyandı. Evet, hakikaten bir yerine bir şey batıyor gibiydi. Sonra vücudundan bir parça et koparmışlar gibi bir acı duydu. Sonra kendisine vurduklarını hissetti. Evet, muntazam aralıklarla durmadan vuruyor, vuruyorlardı. Her vuruşta aynı acıyı duyuyor, her vuruşta vücudundan bir şeyler kopmuş gibi oluyordu. Bu hal saatlerce devam etti, Mogo saatlerce tahammül etti, sesini çıkarmadı ama sonra öyle bir an geldi ki birden kuvveti kesilir gibi oldu, yerinde sallanmaya başladığını farketti. Bunun üzerine:
- Tanrım, diye bağırdı. Bana kayadan daha kuvvetli biri hücum ediyor. Ben o olmak istiyorum.
Tanrı:
- Ol! dedi.
Ve Mogo tekrar taşçı oldu.

********************************************************
Yalanlamak ve reddetmek için okuma!
İnanmak ve her şeyi kabullenmek için de okuma!
Konuşmak ve nutuk çekmek için de okuma!
Tartmak, kıyaslamak ve düşünmek için oku! Francis Bacon
********************************************************

19 Aralık 2008 Cuma

Önemli linkler

Önemli linkler

e-Türkiye: https://www.turkiye.gov.tr/
e-Devlet: http://www.icisleri.gov.tr/_Icisleri/Web/Gozlem2.aspx?sayfaN...
e-Fatura: http://www.efatura.gov.tr

e-Mevzuat: http://mevzuat.basbakanlik.gov.tr/
Resmi Gazete: http://rega.basbakanlik.gov.tr/
e-Kütüphane (Devlet arşivleri): http://www.devletarsivleri.gov.tr/dokumantasyon/
e-Arşiv (Devlet arşivleri): http://www.devletarsivleri.gov.tr/katalog/
İnternet vergi dairesi: http://www.gib.gov.tr/