19 Ekim 2009 Pazartesi

Öylesine Bir Mektup - Can Dündar

Öyle içimdesin ki. Yanağımda dolaşan rüzgardan daha gerçek dokunuşların. Küçük, ürkek, kesik dokunuşlarınla, belki de her zamankinden daha yanımdasın. Yani öylesine, o kadar bensin ki. Ah nasıl anlatsam. Boşuna bu çabalarım, doğru kelimeleri aramalarım. Ne kitaplar yazıyor, ne de sözlüklerde karşılığı var. Yalnızca hissediyor insan, yaşıyor. Kelimeler eksik, kelimeler yaralı. Kelimeler cılız.




Taşımıyor, anlatmıyor, tanımlamıyor bu duyguyu. Ben de. Çok başka bir şey. Sevginin ortasında, derin acılar hisseder mi insan? Aydınlık gülümsemelerin içine, hüznü yerleştirir mi durup dururken? Gözlerine buğu,diline sitem, yüreğine burukluk, çöreklenir kalır mı asırlarca?



Gelmeyeceğini bildiği mektup için, posta kutusunu hep aynı heyecanla açar mı? Dedim ya, başka bir şey bu. Ne kadar yalnızsam, o kadar seninleyim şu günlerde. Belki de en başta, tutup seni en derinlere koydum diye oldu bunlar. Kimseler ulaşmasın diye, kimselerin bilmediği, bulamayacağı yollara götürdüm seni. En derinlerde tuttum. Bana sakladım. Derine, hep daha derine.



Seni yapayalnız, bir tek bana bıraktım. Paylaşamadım yanlış yaptım. Sana ulaşan yolları kaybettim diye bütün bu şaşkınlıklar. Kendimi oradan oraya vurmam. Sağımda, solumda, ne zaman dikildiğini bilmediğim duvarlara çarpmam, hiç görmediğim çukurlarla boğuşmam. Denizlerin, gürültüyle gelip vurduğu dehlizlerin, acılı duvarları gibiyim.



Duvarlarım yosunlu, duvarlarım kaygan, duvarlarımdan hiç tükenmeyen sular sızıyor. Tutunamıyorum. Renklerim, gün içinde değişiyor. Soluyorum, soğuyorum. Güneş ulaşmıyor içerilerime. Küfleniyorum, yaşlanıyorum. Yalnızlıklar peşimde. Dokunduğum her ıslak duvardan, pis kokulu bir yalnızlık bulaşıyor üstüme. Yapış yapış, vıcık vıcık bir yalnızlık bu. Biliyorum, bütün bunlar, hep benim suçum.



Seni sakladığım yere ulaşamaz oldum. Yollar, gitgide uzadı ve karıştı. Ümidimi ısıtacak, parlatacak, kımıldatacak bir şeylere ihtiyacım var. Ah onun ne olduğunu biliyorum. Sonu sana geliyor her cümlenin. Her şeyin başı içinde ve sonundasın. Bu değişmiyor. Öyle içimdesin ki. Birden aklıma geldi, tuttum sana bir mektup yazdım dün.



Çok mutluydum. Gün içinde neler yaptığımı, nelere kızıp, nelerle mutlu olduğumu, tek tek anlattım. Mevsimlerin ve insanların nasıl karışık ve beklenmedik olduklarını yazdım.



"Yine zamansız yağmurlar" dedim, "Daha önce, hiç bu kadar zayıf değildi güneş ışınları" dedim, "Gerçekten buradaki şarkıları hiç öğrenmeyecek, bilmeyecek, söylemeyecek misin?" dedim. Çok uzun bir mektup oldu. Başından sonuna kadar okudum da.



Neler yazmışım diye merakımdan.



Sonra çekmecemden bir zarf çıkarıp, adını yazdım. Büyük harflerle, yalnızca adını. Adresini bilsem gönderir miydim, bilmiyorum. Mektup cebimde. Cebim yüreğime yakın. Yüreğim sende. Sen yüreğime yakın. Öyleyse mektup sende.



Can DÜNDAR

*alıntı..

DİPLOMASİ -Küçük Bir Öykü

DİPLOMASİ ..



Adamın biri Afrika'da safariye çıkarken yanına minik

köpeğini de almış. Minik köpek bir gün ormanda dolaşıp, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kaybolduğunu fark etmiş. !

Ne yapacağını düşünürken bir de bakmış ki karşıdan bir leopar geliyor ve belli ki günlük yiyeceğini arıyor. 'Şim di başım dertte' diye düşünmüş minik köpek.





Etrafına bakmış yerde kemik parçalarını görmüş. Hemen arkasını leoparın geldiği yöne çevirerek kemikleri kemirmeye başlamış, bu arada da arkadaki

hareketi kestirmeye çalışıyormuş. Leopar tam saldıracakken minik köpek kendi kendine konuşmuş; 'Ne kadar lezzetli bir leoparmış. Acaba etrafta bundan bir tane daha var mi?'



Bunu duyan leopar bir anda donmuş kalmış ve en yakındaki ağaca tırmanarak dalların arasına saklanmış. 'Tam zamanında kurtardım yoksa bu köpeğe yem olacaktım' diye düşünmüş leopar.





Bütün bunlar olup biterken bir başka ağacın üstündeki bir maymun olanları izliyormuş. Bildiklerini kullanarak bundan sonra leopardan kurtulabileceğini düşünmüş. Leoparın yanına giderek neler olduğunu anlatmış.



Leopar köpeğin yaptıklarına çok sinirlenmiş ve maymuna: 'Atla sırtıma, gidip şunu yakalayalım' demiş. Ancak minik köpek neler olduğunu ve leoparın sırtında maymunla birlikte süratle kendisine yaklaştığını fark etmiş.



'Şimdi ne yapacağım' diye düşünürken kaçmaya teşebbüs etmemiş.



Bunun yerine arkasını leoparın geldiği yöne dönerek, kemikleri kemirmeye devam etmiş. Tam leopar saldıracakken yine kendi kendine konuşmuş;

'Bu aptal maymun da nerede kaldı? Yarim saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim, hala haber yok!'



Diploması böyle bir şey iste:


*alıntı..

18 Ekim 2009 Pazar

EĞER- CAN DÜNDAR

Eğer ;




O'nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...



Sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,



ve O, her durduğunuz yerde duruyor,



her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp,



hüzünlendikçe ağlıyorsa...



dünyanın en güzel yeri O'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu



bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...



hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü,



O'nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...



her şiirde anlatılan O'ysa... her filmin kahramanı O...



her roman O'ndan söz ediyor, her çiçek O'nu açıyorsa...



bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez



özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,



iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...



iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...



eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın



O olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...



kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...



özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...



hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...



O'nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme,



vuslat sehere denkse...



gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;



bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O'nun yüzü suyu hürmetine...



uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...



dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı,



bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...



Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız,



sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...



...o halde bugün sizin gününüz!..



"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.



Can Dündar

Yaşayınca Anladım - Can Yücel

Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını,kendimi bulduğumda anladım.


Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,

Kendi yolumu çizdiğimde anladım..

Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak,dinleyerek değil..

Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım..

Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış,

Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..

Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,

Neden hiç ağlamadığını anladım..

Ağlayanı güldürebilmek,ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,

Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım..

Bir insanı herhangi biri kırabilir,ama bir tek en çok sevdiği, acıtabilirmiş,

Çok acıttığında anladım..

Fakat,hak edermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,

Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım..

Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,

Yüreğini elime koyduğunda anladım..

''Sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,

Sana ''git'' dediğimde anladım..

Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş sevmek,

Git dediklerinde gittiğimde anladım..

Sana sevgim şımarık bir çocukmuş,her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,

Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..

Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman

olmak, Gerçekten pişman olduğumda anladım..

Ve gurur, kaybedenlerin,acizlerin maskesiymiş,

Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,

Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..

Ölürcesine isteyen,beklemez,sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi,

Beni af etmeni ölürcesine istediğimde anladım..

Sevgi emekmiş,

Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş...



Can YüceL

16 Ekim 2009 Cuma

JAPON BALIKLARI VE FELSEFESİ


Japonlar taze balığı hep sevmişlerdir. Fakat Japonya sahillerinde bol balık bulmak mümkün olmamaktadır. Balıkçılar Japon nüfusu doyurabilmek için büyük tekneler yaptırıp daha uzaklara açılabilmişlerdir. Balık için uzaklara gidildikçe geri dönmesi de daha çok vakit alır olmuştur. Dönüş bir iki günden daha uzarsa balikların da tazeliği kaybolmaktadır. Japonlar tazeliği kaybolmuş balığın lezzetini sevmemişlerdir. Bu problemi çözmek için balıkçilar teknelerine soğuk hava depoları kurdurmuşlardır. Böylece istedikleri kadar uzağa gidip tuttuklarını da soğuk hava deposunda dondurulmuş olarak saklayabileceklerdi.

Ancak Japon halkı taze ile donmuş balık lezzet farkını hissedebiliyordu ve donmuş olanlara fazla para ödemek istemiyorlardı. Balıkçılar bu defa teknelerine balık akvaryumu yaptırdılar. Balıklar içeride biraz fazla sıkışacaklardı hatta birbirlerine çarpa çarpa biraz da aptallaşacaklardı. Ama yine de canlı kalabileceklerdi.

Japon halkı canli olmasına rağmen bu balıkların da lezzet farkını anlayabiliyorlardı. Hareketsiz uyuşmuş vaziyette günlerce yol gelen balığın canlı, diri, hareketli taze balığa göre lezzeti yine de etkilenmişti.

Balıkçılar nasıl olacak da Japonya'ya taze lezzetli balığı getirebileceklerdi? Siz olsaydınız ne yapardınız? Hedeflerinize ulaşır ulaşmaz, mesala mükemmel bir eş buldunuz veya çok başarılı bir firmaya girdiniz, borçları ödediniz v.s. Heyacanınız kaybolmaya başlamaz mi? Aşırı çalışmaniz gerekmiyorsa rahatlamazmısınız? Lotoda büyük ikramiyeyi kazananlar parayı savurmaya başlamaz mı? Japonların taze balık probleminde olduğu gibi çözüm aslında basittir.

1950'lerde L. Ron Hubbart'in gözlemlediği üzere insanoğlu ancak hırs iddiası içinde bulunursa anormal çabalar sarfeder. Ne kadar akıllı, uzman, inatçı iseniz iyi bir problemle uğraşmaktan o kadar zevk alırsınız. Problem sizi ne kadar zorluyorsa ve siz onu adım adım çözebiliyorsaniz bundan o derece mutluluk duyarsınız, heyecan duyarsınız ve enerji dolu, canlı, ayakta kalırsınız.

Japonlar balıkları yine teknelerdeki akvaryumda tuttular, ancak içine bir de küçük köpekbalığı attılar. Bir miktar balık köpekbalığı tarafindan yutulmuştu, ama geride kalanlar son derece hareketli ve taze kalabilmişlerdi.

Buralardan da görülebileceği üzere problemlerden uzaklaşmaktansa içine atlamak boğuşmak ve onları yenmek gerekir. Problemimiz çok ve çeşitli olabilir, ümitsiz olmayın. Onlari tanıyın organize edin kararlı olun daha çok bilgi ve yardım desteği ile onlarla savaşın.

Beyninize bir köpekbalığı atın ve nelere ulaşabileceğinizi o zaman görün.
*alıntı...

Bilge insan;

< Hayatın ne şeker gibi tadına ne de biber gibi acısına kanar.

< Onun için hayatın her ayrıntısı keşfedilmeyi bekleyen bir hazine saklar içinde.

< Elinden geleni yaptığı halde kendini çaresizliğe düşmüş hissederse sakinliğini korur ve durumu zamana bırakır. Zaman onun için şifa yüklü bir ilaçtır.

< Aklını kullanmanın bir günde öğrenilemeyeceğini bilir. Yaşamını aklını en etkin biçimde kullanmayı öğrenme serüveni olarak görür.

< Geçen her dakikanın kıymetini bilir. Boşa geçen yıllarından önce dilediği gibi değerlendiremediği dakikalar hatta saniyeler için üzülür.

< Aklının her şeye eremeyeceğini kabul eder. İnsan zihninin uzanamadığı kuytu köşelere sokulmak için ruhunu ve kalbini el feneri yapar kendine.

< Paylaşılarak yenen bir lokmanın bir başına yenen üç lokmadan daha doyurucu ve tatlı olduğunu tecrübe etmiştir.

< Başkalarının hatalarını kollamak yerine birçok doğrunun birçok eğriyi doğrultacağını görür. Bu yüzden insanların olumlu yönlerine odaklanır.

< Sonuçlara varmak için acele etmez. Farklı olasılıkları da hesaba katarak herkes için en doğru kararı vermeyi amaçlar.

< Bir sözü söylemeden önce etraflıca düşünür. Bir kere ağızdan çıkanın geriye dönmeyeceğini dil yarasının kolay kolay kapanmadığını bilir.

< Onun için gördüğü bir yanlış ve haksızlık karşısında susmak duruma göz yummak anlamına gelir. Başkasının uğradığı bir adaletsizliğin günün birinde kendi kapısını da çalabileceğini aklından çıkarmaz.

< Sık sık vicdanını sorgular. Aklını kullanarak verdiği kararların ya da söylediği sözlerin kalbini rahat bırakıp bırakmadığını kontrol eder.

< Bugünkü davranışlarının yarını şekillendireceğini düşünür. Yani geleceğin aslında bugünde gizlendiğinin farkındadır. Bu nedenle içinde bulunduğu anın güzelliklerini keşfedip sepetine atar.

< Bir problemle karşılaştığı zaman çözüm yollarının problemlerden daha fazla olduğunu bilir. Ağlanıp sızlanmak yerine hemen çözümün peşine düşer.

< Kendi doğrularının diğerleri için de doğru olması gerektiğini düşünmez. Hayatta farklı doğrular olabileceğini bu doğru yolların günün birinde tek bir doğruda kesişebileceğini aklından çıkarmaz.

< Doğrunun her yerde geçerli olduğunu ancak her doğrunun her yerde söylenmeyeceğini bilir.

< Kendisini samimi bir şekilde onun yerine koymadan asla bir kişinin verdiği kararları yargılamaz eleştirmez.

< Ne yağmurda ıslanmaktan korkar ne güneşin ışıklarından köşe bucak kaçar. Yaşamın kimi zaman sırılsıklam edeceğini bazen de kavuracağını bilir.

< Sık sık dönüp bakar kendi içine. Sözleri davranışları öfkesini durduramadığı çevresindekileri incittiği anlar hakkında kendine sorular sorar.

< İyiliği iyilik görmek için değil ruhuna iyi geldiği onu tazelediği için yapar.

< Dert ve kederin bir insandan diğerine konan bir kuş gibi olduğunu bilir. Bugün gülenin yarın ağlaması hayatın en doğal gerçeğidir onun için.

< Ne mutlu olduğunda yere göre sığmayan bir sevince ne de üzgün olduğunda kapkara bir kedere bürünür. Neşeyi de sevinci de aynı doğallıkla misafir eder hayatında.

< Acele etmez. Telaşla atılan adımların bir süre sonra kendisine çelme takacağını sezer.

< Sabreder. Her şeyin bir vakti olduğunu bilir. Sabretmenin sineye çekmek eli kolu bağlı oturmak değil doğru zamanı beklemek olduğunun farkındadır.

< Bir görevin ya da ¤¤¤¤in ne zaman sonuçlandırması gerektiğini öngörüsüyle kestirir. Kendisine verilen zamanı en etkin biçimde kullanarak ne boşa vakit harcar ne de iki ayağını bir pabuca sokar.

< Ümit besler onu hep canlı tutar. Ümitsiz alınan nefesin verilmeye değmeyeceğini bilir.

< Sakindir ve sakinleştirir. Sürprizlerin kapımızı aniden çalacağını yaşamın durgun bir deniz olmadığını öğrenmiştir. O ansızın çıkan fırtınaya da rengarenk gökkuşağına da hazırlıklıdır.

< Darda kalanın halinden anlar. Kendi sıkıntı içinde bile olsa yardım isteyene elini uzatmanın bir erdem olduğunu bilir.

< Çıktığı kapıyı hiçbir zaman vurmaz. Bir gün geri dönmek zorunda olacağının farkındadır.

< Kendisine söyleneni paylaşılan derdi can kulağıyla dinler. Her anlatılandan alınacak bir ders her derde sunulacak bir damla ilaç vardır onda.

< İnsanları değiştirmeye çalışmaz. Her insanın bir bütünün farklı bir rengi başka bir yüzü olduğuna inanır.

< Ne hiç işitilemeyecek kadar yüksek sesle ne de herkesin kulak kesileceği bir fısıltıyla konuşur.

< Eğriyi ve doğruyu tartan terazisi çok hassastır. Bu ikisini birbirine karıştırmaz.

< Kimsenin hayallerini yıkmaz. Gerek dışı olsalar bile... Hayallerin ve gerçeklerin arasına keskin çizgiler çekmez.

< Kötü şeyler görmekten kötü sözler işitmekten kötü laflar etmekten sakınır. İyilik bulacağı ve iyilik sunacağı yerlerde bulunmaya gayret eder.

*alıntı.